Yaşamak için mi yiyoruz, yemek için mi yaşıyoruz? Bu konu hakkında herkesin farklı görüşleri olacaktır; ancak bir televizyon kanalını açtığınızda ya da bir derginin sayfalarını karıştırdığınızda, yemeğin yaşamın çok büyük bir öğesi olduğunun inkar edilemeyeceğini görebilirsiniz. Yaşam dahi yemek saatleriyle ölçülüyor; kahvaltı, öğle yemeği ve akşam yemeği diye bölünüyor hayatlarımız. Güzel bir olay olduğunda, bu mutluluk arkadaşlarla bir yemek eşliğinde paylaşılıyor ve kutlanıyor. Dünyanın her tarafındaki restoranlarda, kafelerde, sokak arası pizzacılarında; kısacası yemek yenen her yerde kıyasıya bir rekabet var. Bunu yadsıyan örnekler olabilir elbette, fakat yukarıdaki örneklere baktığımızda yemek için yaşadığımız apaçık. İnsanlığın damak tadı arayışı yüzyıllardır devam ediyor.
27 Kasım Cuma günü, ODTÜ Gastronomi Topluluğu olarak şefimiz Firkan Gülaydın eşliğinde adaçayı soslu ve kremalı levrek, balık çorbası, hindistan cevizi paneli karides ve zencefilli irmik helvası yapmak için toplandık. Tezgahtaki somonlar, levrekler ve karidesler günün Deniz Mahsulleri Günü’ne dönüşeceğinin habercisiydi. Ben de bu Deniz Mahsulleri Günü’ndeki tüm tatlarımızı mutfakta yaptığımız sırada anlatacağım.
İlk önce sebzeleri yıkayıp hazır ettik, sonra da levreklerin kılçıklarını ayıklamakla başladık. Levrekler için yapmamız gereken şey balığı ikiye bölmek ve kılçıklarını ayıklamaktı- et kısmı fırına girecek, kılçık kısmı ise çorbaya katılacaktı. Oldukça zor olan bu işlemde neyse ki bütün ODTÜ Gastronomi üyeleri çok yetenekli çıktı! Güzelim levreğin gözlerimizin önünde parçalanmasından korkarken, onlar bunu yıllardır yapıyormuş gibi maharetle balığı ayıklamayı başardılar.
Sırada ise, yurtta kalan bir öğrenci olarak çok işime yarayacağını düşündüğüm bir şey vardı: Mikrodalgada patates haşlamak! Patateslerin kabuklarını soymadan mikrodalgaya attık ve fırından çıkan patatesler bana ‘’Bugüne kadar yurtta aç kaldığımda niye acıyan gözlerle patatesin uzun süre haşlanmasını bekledim ki?’’ dedirtti. Bu yöntem, yurtta kalan öğrencilere şiddetle tavsiyemdir.
Daha önce sadece adını duymakla yetindiğim balık çorbasının yapımı, hiç de kolay bir şey değilmiş. Kılçıkları limon, maydanoz, soğan ve kereviz ile tencereye koyduk. Bunlar kaynadıktan sonra süzdük ve somon, balzamik sosu, soya sosu ve acı sos kattık. Daha sonra ise su ve nişasta karışımı tencereye girdi. Bunların hepsi balık çorbası içindi. O arada şefimizden balık çorbasının bazı yerlerde saydığım bütün malzemelerle yapılmak yerine damak tadına göre daha sade tutulduğunu öğrendik.
Günün en uğraştırıcı, ama bir o kadar da lezzetli olan yemeği levreğimiz; zeytinyağı, tuz, maydonoz, adaçayı yaprakları, su ve limon kabukları eşliğinde bir süre fırında piştikten sonra tezgaha çıktı. Bu haliyle bile ağız sulandırıcı gözüken levrek bu kadarla sınırlı kalmadı. Balık fırında pişerken hazırladığımız; zeytinyağı, krema, tuz, karabiber, limon içeren sosumuzu levreklerin üzerine döktük. Mikrodalgadan çıkan patatesleri ise son derece yetenekli kişiler daire şeklinde doğramayı başardı- ben ne yazık ki bu konuda başarısız oldum! Yumuşamış patatesler elimde püreye dönüştü. 3.dilimi doğrama girişimimden sonra pes edip bıçağı başka bir arkadaşıma verdim. Doğradığımız bu dilimler tuz ve karabiberle süslenip balıkların üstüne kondu ve balığımız son kez fırına girdi.
Uğraşlarımızdan aldığımız ilk meyve balık çorbası oldu. Çoğumuz daha önce hiç balık çorbası içmemişti; bazılarımız benim gibi bu konuda pozitifken, bazılarımızda ‘’Balık çorbası nasıl olur ki ya?’’ tereddütü vardı. Balık Çorbası’ndan ilk kaşığı aldıktan sonra etrafta tereddüt namına bir şey kalmamıştı. Sonuçta, ODTÜ Gastronomi Topluluğu olarak yeni tatlara açık insanlarız.
Deniz Mahsülleri Günü son hızıyla, karideslerle birlikte devam etti. Karides sever biri olarak karideslerin çiğ hali bile gözüme enfes göründü. Karidesleri, balık çorbasından aldığımız enerjiyle son hız ayıkladık. Ayıklanan karidesler sırasıyla un, yumurta ve Hindistan cevizi ile panelendikten sonra tepside pişmeye hazır hale geldi. Karidesin yanında yemek için bünyesinde kavun, taze soğan, domates, zeytinyağı, soya sosu, balsamik sirke ve tuz bulunduran bir sos hazırladık. İtiraf edeyim, bunca tuzlu malzemenin yanında kavunun nasıl bir tat vereceği konusunda tereddütlüydüm. Ancak sizi temin ederim ki, o gün o sosu afiyetle yemeyen bir kişi bile yoktu, yeni tatlar bir kez daha önyargıya üstün gelmişti.
Sıra ana yemekte: Atölyemize ismini veren adaçayı soslu ve kremalı levrek! Balık fırından çıktığında üzerinden süzülen enfes kokuyu, bir şölenine dönüşen tadını keşke sizinle de paylaşabilsem. Sos ve balık her şeyiyle o kadar lezzetliydi ki, en son balığın sosunu bile sıyırdığımızı hatırlıyorum!
Tatlıya geçmeden önceki son durağımız olan karidesin, hindistan cevizi ile bu kadar güzel bir uyum yakalayacağını hiç düşünmemiştim. Yapımı diğerlerine göre biraz daha basit olan bu lezzetli karides, yapılacaklar listeme eklendi bile.
Ana yemeğimiz, ara sıcağımız ve çorbamız bittikten sonra acı ama kaçınılmaz gerçekle karşı karşıyaydık: Bulaşık! Her güzel şeyin bir sonu vardı ve o son bulaşıktı. Bu lezzetli yemeklerin bir bedeli vardı elbette. Hepimiz kolları sıvadık ve tatlı yiyeceğimiz düşüncesiyle enerji bulup bulaşıkları yıkadık.
Tatlı için ocakta 2 tencere hazır bekliyordu. Birinci tencereye önce tereyağ, sıvı yağ sonra koca bir paket paket irmik girdi. İkinci tencereye ise 2 litre süt, 1 kilo şeker ve bir miktar zencefil girdi. İkinci tencereye 3 paket kuş üzümünü bir süre geçtikten sonra ekledik. Bir süre ikisi de ayrı ayrı piştikten sonra birinci tencereyi ikincisine döktük ve helva kıvamını buluncaya dek pişmesini bekledik. Yaptığımız bunca değişik yemek sonrasında ettiğimiz sohbetten de şefimizin pişirmekten en çok keyif aldığı mutfağın Uzak Doğu Mutfağı olduğunu öğrendik.
Ve tatlı son! Tencere tezgaha konduğu andan itibaren sabırsız gözler heyecanla tatlıyı bekliyordu- tenceredeki helvanın soğumasını çok kısa bir süre dahi beklemek, hepimiz için çok zor bir süreçti. O kapak açıldıktan sonra ne yaşandığını, sanırım pek hatırlamıyoruz… Şaka bir yana, bulaşıktan sonra yediğimiz bu leziz helva hepimize çok güzel bir ödül ve bu güzel gün için çok güzel bir son oldu.
Değişik yemekleri öğrendiğimiz ve tattığımız bu gün için şefimiz Firkan Gülaydın’a ve bize bu imkanı sunan ODTÜ Gastronomi Topluluğu’na herkes adına buradan bir kere daha teşekkür ediyorum. Bir dahaki atölyede görüşmek üzere…
Ceren Tuğçe Pöke